Osmanlı Ramazan ayında saray davetleriyle iftarda yüzlerce kişiyi ağırladı. Ramazan’ın ciddi ritüelleri vardı, belli günlerde belli yemekler yapılırdı. Örneğin Ramazan’ın 15’inci gününde padişah için hazırlanan soğanlı yumurta gibi...
Şimdilerde herkeste bir telaş. İşte, evde bir o kadar hızlı, bir o kadar pratik olmak gerekiyor. Çocukluğumun o kalabalık sofraları artık yok gibi. Hani tüm akrabaların toplandığı upuzun kocaman kominal masalar... Zaman yok, her şey eskisi gibi basit değil artık belki de. Böylesi hızlı giderken 365 günlük bir sene, Ramazan ayı geliyor ve sanki bize biraz nefes almak için kendimizle ve çevremizle olabilmek için fırsat tanıyor. Atalarımızdan gelen gelenek hala devam ediyor. Dediğim gibi sofralar artık o kadar kalabalık olmuyor, belki biraz daha sağlığımıza dikkat ediyor ve sofradaki çeşitleri azaltıyoruz. Ama iftariyelikleriyle, güllacı ve helvalarıyla hele hele o sımsıcak çıtır pidesiyle güzel sofralar kurulmaya başlıyor yine...
SOFRANIN BAŞ TACI ÇORBAYDI
Osmanlı döneminde Ramazan ayında saray davetleri yüzlerce kişiyi ağırladı. Bu davetler Ramazan’ın dördüncü günü başlayıp son gününe kadar devam eden bir gelenekti. Aslında hanedanın Topkapı Sarayı’na taşınmasıyla neredeyse paralel olan yemek kültüründeki hızlı yükseliş, hiç kuşkusuz Fatih Sultan Mehmet’in dönemindeki imparatorluğun zenginliğinden kaynaklanır. II. Sultan Murat zamanına kadar daha mütevazı olan sofralar değişmeye ve ihtişam içinde olmaya başladı. İmparatorluk sınırlarının iyice genişlemesi ve dahil olan toprakların tüm mahsullerinin saraya yansıması elbette ki kaçınılmaz bir sonuç. Bu yüzdendir ki Osmanlı’nın aynı dönemindeki Ramazan sofraları Kayseri pastırmaları, en nadide üzüm çeşitlerinden yapılan pekmezler, av etleri gibi daha birçok şey ile dolup taşıyor.
Osmanlı’da Ramazan sofrası iki bölümden oluşurdu. İlk adımda ‘iftariyelik’ olarak adlandırılan tadımlılıklarda oruç açılırdı. 15 dakika ara verilir ardından yeni bir sofra kurulurdu. Bu sofranın ise baş tacı tabii ki çorba idi. Daha sonrasında ana yemekler, pilavlar... Son noktayı mis gibi gül kokusuyla güllaç koyardı. Ve tabii ardından gelen Türk kahvesi...
HELVALAR HELVAHANEDEN
Ramazan’ın ciddi ritüelleri vardı, belli günlerde belli yemekler yapılırdı. Örneğin Ramazan’ın 15’inci gününde padişah için özel olarak hazırlanan soğanlı yumurta. Saatlerce soğanı karamelize edilen ve bu yemeği iyi yapan aşçıya bir üst statü sağlayan o meşhur saray yemeği... Helvalar saray mutfağının ‘helvahane’ denilen bölümlerinde çeşit çeşit hazırlanırdı. Tüm hazırlanan bu yemekler her daim paylaşılırdı...
Sanki sofralar paylaştıkça güzelliği artıyor. Masada ne olursa olsun, arkadaşlarla, dostlarla, aileyle paylaştığımız bu sofraları seviyorum...
Alıntıdır.
Şimdilerde herkeste bir telaş. İşte, evde bir o kadar hızlı, bir o kadar pratik olmak gerekiyor. Çocukluğumun o kalabalık sofraları artık yok gibi. Hani tüm akrabaların toplandığı upuzun kocaman kominal masalar... Zaman yok, her şey eskisi gibi basit değil artık belki de. Böylesi hızlı giderken 365 günlük bir sene, Ramazan ayı geliyor ve sanki bize biraz nefes almak için kendimizle ve çevremizle olabilmek için fırsat tanıyor. Atalarımızdan gelen gelenek hala devam ediyor. Dediğim gibi sofralar artık o kadar kalabalık olmuyor, belki biraz daha sağlığımıza dikkat ediyor ve sofradaki çeşitleri azaltıyoruz. Ama iftariyelikleriyle, güllacı ve helvalarıyla hele hele o sımsıcak çıtır pidesiyle güzel sofralar kurulmaya başlıyor yine...
SOFRANIN BAŞ TACI ÇORBAYDI
Osmanlı döneminde Ramazan ayında saray davetleri yüzlerce kişiyi ağırladı. Bu davetler Ramazan’ın dördüncü günü başlayıp son gününe kadar devam eden bir gelenekti. Aslında hanedanın Topkapı Sarayı’na taşınmasıyla neredeyse paralel olan yemek kültüründeki hızlı yükseliş, hiç kuşkusuz Fatih Sultan Mehmet’in dönemindeki imparatorluğun zenginliğinden kaynaklanır. II. Sultan Murat zamanına kadar daha mütevazı olan sofralar değişmeye ve ihtişam içinde olmaya başladı. İmparatorluk sınırlarının iyice genişlemesi ve dahil olan toprakların tüm mahsullerinin saraya yansıması elbette ki kaçınılmaz bir sonuç. Bu yüzdendir ki Osmanlı’nın aynı dönemindeki Ramazan sofraları Kayseri pastırmaları, en nadide üzüm çeşitlerinden yapılan pekmezler, av etleri gibi daha birçok şey ile dolup taşıyor.
Osmanlı’da Ramazan sofrası iki bölümden oluşurdu. İlk adımda ‘iftariyelik’ olarak adlandırılan tadımlılıklarda oruç açılırdı. 15 dakika ara verilir ardından yeni bir sofra kurulurdu. Bu sofranın ise baş tacı tabii ki çorba idi. Daha sonrasında ana yemekler, pilavlar... Son noktayı mis gibi gül kokusuyla güllaç koyardı. Ve tabii ardından gelen Türk kahvesi...
HELVALAR HELVAHANEDEN
Ramazan’ın ciddi ritüelleri vardı, belli günlerde belli yemekler yapılırdı. Örneğin Ramazan’ın 15’inci gününde padişah için özel olarak hazırlanan soğanlı yumurta. Saatlerce soğanı karamelize edilen ve bu yemeği iyi yapan aşçıya bir üst statü sağlayan o meşhur saray yemeği... Helvalar saray mutfağının ‘helvahane’ denilen bölümlerinde çeşit çeşit hazırlanırdı. Tüm hazırlanan bu yemekler her daim paylaşılırdı...
Sanki sofralar paylaştıkça güzelliği artıyor. Masada ne olursa olsun, arkadaşlarla, dostlarla, aileyle paylaştığımız bu sofraları seviyorum...
Alıntıdır.
0 Responses to "Sultan Soğanlı Yumurta Yerdi"
Yorum Gönder